Evet gerçekten de böyle bir ihtimal var. 1921 yılına kadar Alaaddin Tepesinde,Alaaddin Camii'nin hemen yakınında bir yapı vardı.Bu yapı Selçuklu döneminden çok önceleri yapılmış, önce kilise daha sonra camii,saat kulesi,yüklük olarak kullanılmış ve en sonunda temellerine kadar yıkılıp,sökülmüştür. Bu yapı günümüzde bilinen ismiyle Eflatun Mescididir.
Şimdi bu yapıyla ilgili internette edindiğim birkaç yazıyı derleyip paylaşacağım.
Yapı çeşitli yayınlara Amphilokios Kilisesi, Eflâtun Rasathânesi, Saat Kulesi gibi adlarla da geçmiştir. Tesbit edilebildiği kadarıyla bu kiliseden ilk bahseden kişi Ebü’l-Hasan Ali b. Ebû Bekir el-Herevî’dir (ö. 611/1214-15). Herevî, çağının başlıca ziyaret yerleri hakkında bilgi verdiği Kitâbü’z-Ziyârât adlı eserinde buradan, “Konya şehrinde büyük caminin yanındaki kilisede hakîm Eflâtun’un mezarı vardır” diye bahsetmiştir. Herevî’nin burada gömülü olduğunu bildirdiği Eflâtun ise İlk Çağ’ın tanınmış felsefecisi Platon ile aynı kişi gibi görünmektedir. İslâm coğrafyacılarından Yâkut el-Hamevî de kaynak göstermek suretiyle bu bilgiyi Mu’cemü’l-büldân’ında tekrarlamıştır. Böylece bu eski Bizans kilisesi hakkında, aynı zamanda Eflâtun’un da mezarı olduğu yolunda daha Selçuklular zamanında yaygın bir rivayetin bulunduğu anlaşılmaktadır. 1465-1466’da Kudüs’e giden Rus hacısı Vasilij dönüşünde Konya’ya uğradığında gördüğü bu kilisenin Türkler tarafından Platon’a, hıristiyanlar tarafından Amphilotheos’a (doğrusu Amphilokios) izâfe edildiğini belirttikten sonra, “Mezarı, büyük kapı ile sunağa göre kuzeydeki kapı arasında bulunmakta ve bu mezardan günümüze kadar hâlâ kutsal yağ sızmaktadır” kaydını ilâve eder. Amphilokios (ö. 401’e doğru) tanınmış hıristiyan din adamlarındandır. Türkler’in bu kiliseye Eflâtun adını nasıl yakıştırdığı hususunda F. W. Hasluck çeşitli faraziyeler ortaya atmıştır. Ona göre Eflâtun adı Amphilokios’un halk ağzında bozulmuş şeklidir. İkinci bir faraziye ise kilisenin aslında Ankaralı Aziz Platon’a ithaf edilmiş olması ihtimalidir. Fakat bu iki faraziyeyi de destekleyecek yeterli bilgi yoktur. Yalnız Orta Anadolu’da Türk devrinde halk arasında, yer altı sularını istediği gibi idare eden, gölleri kurutan veya yer altı sularını göl haline getirebilen yarı sihirbaz, yarı mühendis bir Eflâtun’un varlığına inanılır. Esasen Kâtib Çelebi de bu inanıştan bahseder: “Vilâyet ahalisi, Konya sahrası bir zamanda derya(deniz) imiş, Eflâtun tedbir edip bir tarik ile mahveylemiş derler” (Cihannümâ, s. 616). Nitekim Konya ile Sille arasındaki Akmanastır’ın Selçuklu kaynaklarında bir adı Deyr-i Eflâtun’dur. Beyşehir dolaylarında Hitit çağından beri kutsal sayılan bir Eflâtun pınarı vardır. Konya’daki kiliseye Platon-Eflâtun rivayetinin yakıştırılması, herhalde Selçuklu döneminden daha eskiye Bizans çağına, hatta daha da önceye kadar iner. S Mehmed b. Ömer el-Âşıkı, 1005-1006 (1596-1597) yıllarında yazdığı eserinde Konya’dan bahsederken, “Buranın kalesinde Eflâtun’un kabri vardır” demektedir. Fakat Osmanlı idaresinin başlarında şehirdeki bu kilise Eflâtun Mescidi adıyla camiye çevrilmiştir. Nitekim Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Arşivi’ndeki Karaman Eyaleti Defteri’nde 881 yılı Ramazanında (Aralık 1476) yazılan bir kayıtta, Eflâtun Mescidi’nin evkafı olarak iki dönüm arazi ile üç dönüm bağ görülmektedir. Bütün bu kayıtlar, Eflâtun Mescidi’nin XIX. yüzyıl başlarına kadar mescid olarak kullanıldığını gösterir. W. Ramsay’in yazdığına göre, XIX. yüzyıl içinde Konya Rumları bu mescidde namaz kılanların öleceğine dair bir söylenti çıkarmışlardı. Bu söylenti bir yana şehrin bu bölgesi zamanla iyice boşalmış, hatta yakındaki Alâeddin Camii’nin bile cemaati azalmış olduğundan Eflâtun Mescidi’nin artık terkedildiği düşünülebilir. Belki de bu sebeple 1872’de Konya Valisi Burdurlu Ahmed Tevfik Paşa, Eflâtun Mescidi’ni bir saat kulesi haline getirmek için kubbesinin üstüne dört köşe ahşap bir oda yaptırarak bunun da üstüne yine ahşaptan bir kule oturtmuştur. Dört cephesinde birer saat kadranı bulunan bu kule ile altındaki odanın dışarı ile bağlantısı, binanın damından yukarı çıkan ahşap bir merdivenle sağlanmıştı. Böylece yeni bir hüviyet kazanan Eflâtun Mescidi Saathâne olarak adlandırılmıştır. Binanın mihrap duvarının dış yüzüne Sultan Abdülaziz’in tuğrası, altına vilâyet mektupçusu Hâlet Bey tarafından yazılmış beş beyitlik bir tarih kitâbesi konulmuştu. Bunun son beytinde, “Bu bünyâdgehin tecdîdine Hâlet dedim târîh/Rasadgâh-ı Felâtun’ken yapıldı kulle-i sâat 1289 (1872)” mısraları bulunuyordu. Bu satırlardan, buranın evvelce Eflâtun Rasathânesi olarak adlandırıldığı mânasını çıkarmak mümkündür. Tepesine saat kulesi konulduktan sonra Eflâtun Mescidi’nin içi pencereleri örülerek ambar haline getirilmiştir. İ. Hakkı Konyalı çocukluğunda buranın gaz deposu olduğunu bildirir. Daha sonraları B. Pace cephane olduğu için binanın içine giremediğini yazar. I. Dünya Savaşı yıllarında Vali Muammer Bey zamanında yapının üstündeki ahşap oda ile saat kulesi sökülüp kaldırılmış, kubbenin üstü yeniden kiremitle kaplanmıştı. 1921’e doğru da yapı temellerine kadar yıktırılarak ortadan kaldırılmıştır. Ancak bu tarihî bina tamamen unutulmuşken yıllar sonra gazetelerde Platon’un mezarının bulunduğuna dair haberler çıkmış, bunlara cevaplar verilmiş, arkasından da her şey yeniden unutulmuştur. Eflâtun Mescidi, mevcut çok sayıdaki fotoğrafına göre Orta Bizans dönemine (842-1204) ait ve plan bakımından İç Anadolu’daki Bizans kiliselerinin benzeri bir yapı idi. Türkler Anadolu’ya XII. yüzyıldan itibaren hâkim olduklarına göre bu kilise IX-XI. yüzyıllar içinde yapılmış olmalıdır. Dış mimarisi Osmanlı döneminde çok değişmiş, masif bir kitlenin üzerinde iki sıra kör kemer ve pencerelerle hareketlendirilmiş çok yüksek kasnaklı bir kubbeden ibaret bir yapı görünümü almıştır. Binanın güney cephesine Türk devrinde yüksek bir sivri kemer içinde esas giriş açılmıştı. Mihrap da içeride bu duvarda bulunuyordu.
Kaynak: Türk Vakfı İslam Ansiklopedisi
(Alaaddin Caminin solunda görünen Eflatun Mescidi)
Bu yazıda da anlaşıldığı üzere konu hakkında çeşitli rivayetler vardır. Yine araştırmalarım sonucu daha önceleri bu konu gündeme gelmiş fakat yetkililer yeterli araştırmaları yapmamış,konu nihayete erememiştir. Benim şahsi kanaatim ise;
Katip Çelebi'nin de bahsettiği gibi Konya'da çok önceleri deniz ya da büyük bir göl vardı.Bununla ilgili çok ciddi araştırmalar var. (Daha sonraki yazılarımızda bu konuya da değineceğiz.) Bir takım araştırmalara göre de Platon aynı zamanda su mühendisidir. Platon'un Konya'da yaşamış,burada çalışmalar yapmış olması bir sürpriz olmaz. Coğrafi açıdan da Konya medeniyet beşiğinin en önemli noktalarından biridir.Bu yüzden Platon'un burada ölüp mezarının burada bulunma ihtimali hiç az değil. Günümüzde olmayan bu yapı da Platon için yapılmış olabilir.Yapının bugüne ulaşamaması ,camii olarak kullanılmaya devam edememesi,yıkım nedeninin kesin olmaması soru işaretlerinden bazılarıdır. Sonuç olarak birkaç ihtimal olabilir.Bunlardan biri Eflatun'un aslında bizim bildiğimiz Platon değil başka biri olması ve yıkım sürecinin tamamen cahillik üzerine gelişmesi olabilir. Ya da gerçekten Platon olup bir takım gizlilik sonucu sır perdesi ile yıkılıp gitmiştir.Fakat bence önceleri Platon'un mezarı buradaysa bile şu an burada bulunmuyordur. Belki gizli bir şekilde çıkarılıp götürüldü ya da yapının yıkım sürecinde çıkarıldı. Sanırım gerçeği ancak bir gün Platon'un mezarı bulunabilirse öğreneceğiz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder